Bereketli Çukurova’yla heybetli Toroslar arasında kurulu Adana, zengin mutfağı ve tarihi yapılarıyla, tarih ve kültür meraklılarına sesleniyor.
Lokman Hekim’e atfedilen bir söylenceye göre ölümsüzlüğün sırrı bu topraklarda insanoğlunun eline geçmiş; ancak, yine bu topraklarda insanoğlunun elinden alınmış. “Bir gün Çukurova’nın çiçeği, otu bol topraklarında şifalı bitkiler aramakta olan Lokman Hekim çiçeklerin aralarında konuştuklarını duyar. Biraz kulak kesilince çiçeklerin ölümsüzlüğün sırrını anlattıklarını fark eder ve başlar konuşulanları bir bir not almaya. Ölümsüzlük iksirinin formülünü bir kâğıda yazar. Sırrın yazılı olduğu kâğıt parçasını bir taraftan havada sallamakta, diğer taraftan da sevinçle ‘ölümsüzlüğün sırrını buldum, ölümsüzlüğün sırrını buldum’ diye haykırmaktadır. Bu coşkuyla Ceyhan Nehri üzerindeki köprüyü geçerken aniden çıkan bir rüzgâr, sırrın yazılı olduğu kâğıdı Lokman Hekim’in elinden aldığı gibi nehrin sularına savurur. Kısa bir süre için insanoğlunun eline geçen ölümsüzlüğün sırrı, o günden sonra tekrar sır olarak kalmaya devam eder.”
Geçmişte böyle bir sır öyküsü yaşayan Adana bugün sırlarla değil ama sürprizler ve çelişkilerle dolu. Eskiyle yeninin içiçe geçmişliği, gelenekselle modernin yanyana durduğu, gündelik hayatın çelişkilerle harmanlandığı Adana’yı anlamak, kavramak ve sevmek için emek vermeniz, ona vakit ayırmanız gerekir.
Eski ve yeni Adana…
Adana’ya ister uçakla, ister otobüsle gelmiş olun, kent merkezine ulaşmak için Turhan Cemal Beriker Bulvarı’nı kullanırsınız. Ortalama 5 km süren bu yolculuk boyunca gördükleriniz kentle ilgili ilk düşüncelerinizi oluşturmaya başlar. Sıcak iklimlere özgü dışa dönük yaşam buradan itibaren kendini gösterir. Düzensiz ve kalabalık sokaklar, toza kesmiş hava, binalardaki anten ve klima kirliliği, kentle ilgili daha önce duyduklarınızla çelişir.
Ülkemizin beş büyük kentinden biri olmasının yanında tarım ve sanayi dolayısıyla zengin olduğunu düşündüğünüz Adana’nın bu ilk görüntüleri sizi yanıltmasın. Sizi kentin merkezine ulaştıran bulvar aynı zamanda eski ile yeni Adana’nın sınırı gibidir. Adana’nın yeni bölümünü oluşturan Kurtuluş semtine geldiğinizde, kentle ilgili ilk anda kafanızda oluşan olumsuz düşünceler değişmeye başlar. Sanki yol boyunca gördüklerinizle burada gördükleriniz bambaşka kentlere ait gibidir. Artık kargaşadan eser yoktur. Palmiyelerle renklendirilen geniş caddeler, çok katlı modern binalar, ünlü mağazaların sıralandığı bulvarlar ve gençlerin doldurduğu keyifli kafeler Adana’nın bugününü anlatır.
Doğunun en fazla göç alan kenti, Adana...
Adana’nın geçmişini Tepebağ ve Kuruköprü gibi semtler anlatmaya çalışır. Çalışır diyorum, çünkü yeni kente gösterilen özen buradan esirgenmiştir. Bu nedenle kentin geçmişinden kalanlar bu bölgeye aralıklarla serpiştirilmiş vahalar gibidir. Her ne kadar vaha diye tanımladığım tarihi yapılar iyi korunmuş olsa da, bu çalışmalar sadece dinsel yapılarla sınırlı kalmış. Söz konusu yapıların bulunduğu bu semtlerin tarihi dokusu ise genel olarak fazlaca hırpalanmış ve yorgun düşürülmüş durumda. Bu nedenle birbirinden kopuk bu tarihsel vahalara ulaşmak için emek harcamanız gerekiyor. Doğunun en fazla göç alan kenti olan Adana, aynı zamanda ülkemizin dördüncü büyük kenti olma özelliğini de taşıyor. Antik Kilikya bölgesinin önemli kenti Adana, tarih boyunca Hititler, Asurlar, Persler, Makedonlar, Romalılar, Bizanslılar, Abbasiler, Memluklular, Selçuklular ve Ramazanoğulları’na evsahipliği yapmış. 1517’de ise Osmanlı topraklarına katılmış. Kentin merkezinde ve yakın çevresinde bulunan ve binlerce yıllık tarihsel birikimden geriye kalan eserler doğal olarak uzun bir liste oluşturuyor.
Adana’nın eski dokusu içinde bulunan ve 1507’de inşa edilen Ulu Cami, sekizgen minaresi ve siyah-beyaz mermerin yanında İznik çinileriyle donatılmış mihrabıyla görülmeye değer. Ramazanoğulları Beyliği döneminde camiyi yaptıran Halil Bey’in türbesi de caminin hemen yanında bulunuyor. Caminin mihrabı kadar ilginç olan bir başka detayı da, alıştığımız tarzdan farklı olarak inşa edilmiş olan sekizgen minaresi. Kentteki bir diğer önemli tarihi cami olan Yağ Camii, Saint Jacque adına yaptırılan bir kiliseden, 1501 yılında camiye dönüştürülmüş. Eski Cami adıyla da bilinen yapıya Yağ Camii denmesinin sebebi ise bir zamanlar önünde yağ pazarı kuruluyor olması.
Seyhan Nehri üzerindeki, 4. yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus tarafından inşa ettirilen Taş Köprü, kentin simgesi. 319 metre uzunluğundaki köprünün geçmişte var olan 21 kemerinden bugün sadece 14’ü ayakta. Taş Köprü, Seyhan Nehri’nin bir tarafındaki modern otel binasıyla, diğer tarafındaki Sabancı Camii’ni birleştiriyor gibi görünüyor. Bu görüntü de, geçmişle geleceğin bir arada yaşandığı kente çok uygun düşüyor.
Büyük Saat Kulesi, tarihsel öneminin yanında adres tariflerinin baş rolünde olma özelliği taşıyor. Adana’nın eski bölgesinde adres sorduğunuzda tüm tarifler bu saat kulesi referans alınarak yapılıyor. 1881 yılında Vali Ziya Paşa tarafından yapımı başlatılan kule, 1882 yılında Vali Abidin Paşa tarafından tamamlatılmış. Kent, müze bakımından oldukça zengin. 1924 yılında kurulmuş olan Arkeoloji Müzesi, Hitit ve Roma eserleriyle dikkat çekiyor. Müzenin en ilgi çekici eseri ise, M.Ö. 7. yüzyıla tarihlenen Hitit Tanrısı Tarhunda’nın heykelciği. Ayrıca müze, sikkeleriyle de ünlü.
Etnografya Müzesi ise tarihi bir kilise binasında hizmet veriyor. Bina, Fransız işgali sırasında askeri hastane olarakta kullanılmış. Müzede, İslami taş eserlerin yanında Türkmen aşiretlerine ait etnografik objeler de sergileniyor. 1923’te kenti ziyaret eden Atatürk’ün, eşi Latife Hanım’la birlikte konakladığı, 19. yüzyılda yapılmış geleneksel bir Adana evi, restore edilerek Atatürk Bilim ve Kültür Müzesi olarak düzenlenmiş. Orijinal eşyaların yanında Atatürk’ün Adana ziyareti sırasında çekilmiş olan fotograflarını da burada görebilirsiniz.
Kurtuluş semtinde bulunan Atatürk Parkı, Türkiye’nin en iyi düzenlenmiş parklarından biri. Adana’nın sıcak iklimi düşünüldüğünde burası kent için tam anlamıyla bir cennet. Parkın düzenlenmesinde su ve gölgeli ağaçlar bolca kullanıldığı için Adanalılar, burayı günlük koşuşturma içinde kısa molalar vermek için tercih ediyorlar.
Çevrede başka neler var?
Yakın çevresiyle de pek çok seçenek sunan Adana, özellikle yaylaları ve ören yerleriyle öne çıkıyor. Toros Dağları, yayla yaşamı ve doğa sporları için son derece ideal. Pozantı, Yenikonacık, Belemedik, Akçatekir ve Asar gibi yaylalar, yaz aylarında Adanalıların kaçış noktaları. Yumurtalık ve Karataş gibi yerleşimler ise Adana’nın Akdenizle kucaklaştığı yerler. Ayrıca, Yumurtalık’taki Aegea, Karataş’taki Magarsus antik kentleri her iki yerleşimin önemini artırıyor.
Geçmişin önemli ticaret yolları üzerindeki bölgede çok sayıda kale bulunuyor. 11. yüzyılda Haçlılar tarafından inşa edilen Yılankale ve geçmişi Asurlular’a kadar uzanan Anavarza Kalesi, söz konusu kaleler içinde en sağlam olanları.
Şar ören yeri, çevrede görülmesi gereken yerlerden biri. Hitit, Roma, Bizans, Ermeni ve Osmanlı dönemlerini yaşamış olan yerleşimdeki en önemli eser bir Roma senatörüne ait olan ve Kırık Kilise adı verilen yapı.
Adana’ya 26 km mesafede bulunan Misis; Mozaik Müzesi ve köprüsüyle özel ilgiyi fazlasıyla hak ediyor. Misis antik kentindeki 4. yüzyıla tarihlenen bir bazilikanın taban mozaikleri bu müzede sergileniyor. Nuh Peygamber’in çeşitli hayvanlar arasında betimlendiği mozaik tek kelimeyle büyüleyici.
Adana’nın mutfağı ise başlı başına bir yazının konusu olacak zenginlikte. Hem bu yemekleri tatmak, hem de Adana’ya özgü bir gece yaşamak içinse en doğru adres Kazancılar Çarşısı. Buradaki Tarihi İstanbul Meyhanesi ise, klarnet, keman ve ud eşliğinde Adana kebabı yiyip, yanında şalgam suyu içerek kenti daha yakından yaşayıp anlayabileceğiniz en uygun mekân.